özlemişim

 

 

 

 

Daha onu uzaktan gördüğüm anda az sonra yaşayacaklarımı düşünerek heyecanlandım. Ne kadar da özlemiştim.

Saçları uzamıştı. İsminin yazılı olduğu altın kolyesi yine boynundaydı. Ne kadar olmuştu görüşmeyeli? Üç ay mı? Belki de dört.

Ben orada durmuş onu izlerken başını kaldırdı. Beni gördü. Gülümsedi. Birbirimize doğru yürüdük.

-Hoş geldin. Uzun zaman oldu.

-Öyle oldu

-Nasılsın?

-İyiyim, bildiğin gibi. Seni de iyi gördüm.

-İyiyim. Hangi rüzgar attı seni? Aile ziyareti mi?

-Senin için geldim. Akşama döneceğim. Yoğun musun çok?

-Yarım saat bir işim var, sonra gelirim yanına. Sen keyfine bak.

-Hep yarım saat dersin.

Göz kırptı. O da biliyordu yanıma gelmesinin çok daha uzun süreceğini. Tabii sabırla bekleyeceğimi de.

Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama vakit gelmişti. Üzerimde iç çamaşırlarımla yüzükoyun uzanmış, çenem üst üste binmiş ellerime dayalı, bana doğru gelişini izliyordum. Kolyesine takıldı gözüm, çıplak teninde altın sarısı parlayan ismini okudum içimden.

Yanıma gelince kararlı hareketlerle ellerimi bileklerimden tutup başımın altından aldı, vücudumun iki yanına koydu. Başımı, sol yanağımın üzerine yatırdı. Hiç direnmedim. Elleri vücudumda dolaşmaya başladı. Kalçamdan belime doğru geldi, omuzlarıma doğru çıkarken sırtımın orta yerinde duraksadı: “Bunu çıkaralım bence, gerek yok.”

İşte neredeyse çıplak kalmıştım. Ellerini sırtımda yumuşak hareketlerle gezdirmeye devam etti.

-Zayıfladın mı sen?

-Birkaç kilo verdim evet. Çok mu zayıf olmuşum?

-Fıstık gibi olmuşsun.

Kürek kemiklerimin arasından boynuma doğru ilerlerken hareketleri sertleşti. Bir taraftan hoşuma gitse de canım yanıyordu. Sırtım, elinden kurtulmak ister gibi istemsizce kasıldı. Bu onu yavaşlatmadı. “Çok gerginsin, seni biraz rahatlatmamız lazım.” deyip, inlemelerime aldırmadan devam etti. Dakikalar sonra, tam acı yerini keyfe bırakmıştı ki durdu. Sırtımdaki eller gitmişti. “Durma, devam et” demek için başımı arkaya çeviriyordum ki ellerini tekrar hissettim. Kalçamda. Ama bu eller, az önce canımı yakan eller değildi. Parmak uçları şimdi bacaklarımda dans ediyor, sanki tenimle konuşuyordu. Dokunuşlarına kayıtsız kalamadım. Kalçam mahcup gülümsedi, dizlerimin arkası gıdıklanıp kıkırdadı. İşveli işveli “Noolur yapma” dedi. Parmak uçlarının “Şşşşşt, ne kadar hoşuna gittiğinin farkındayım” deyişini kulaklarım duymadı, kalçam ve dizlerim duydu. Bedenim utangaçlığından kurtulmuş, avaz avaz bağırıyordu. Ayaklarım, bileklerim, tüm parmaklarım sabırsızlanmış, kıvrılıp bükülüyor, “Bana da dokun, bana da” diyorlardı. O ise acelesiz ve kararlı hareketlerle bacaklarımı okşarken bunları duymuyormuş gibi yapıyordu. 

Sırtımda, belimde, kalçamda, bacaklarımda mest olmamış tek bir yer bırakmadı. Bir süre sonra ellerinin vücudumda dans ederken söylediği şarkı, her bir hücremden yükselen keyif çığlıklarına karıştı. Son duyduğum sol ayağımdaki küçük parmağımın “Lütfen durma” diyen sesiydi. Sonra sesler uzaklaştı, renkler birbirine karıştı. Bir rüya alemine yuvarlanmaya başlamıştım ki kalçamda sertçe bir şaplak ve onun buyurgan sesiyle geri geldim: “Dön”

Dediğini yaptım. Şimdi boynum, göğüslerim, göbeğim, gözlerini dikmiş ona bakıyorlar, dokunuşunu sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bükülmüş dizlerime bastırıp bacaklarımı düzleştirdi, hafifçe araladı. Ellerimi tuttu, başımın altında birleştirdi. Hayır, bağlamadı. Zaten onları kıpırdatacak halde değildim. Kollarım da vücudumun geri kalanı gibi bana değil, ona itaat ediyordu. En son yüzüme yaklaşan ellerini gördüm, gözlerim kapandı. 

Sonrasında olanları kelimelere dökmekte zorlanıyorum. Utandığımdan ya da sizden sakladığımdan değil. Ben başka bir dünyada, ılık bir keyif denizinde yüzerken, burada çıplak bir şekilde uzanmış bedenim neler yaşadı tam olarak bilmediğimden. Şimdi düşününce, göğüslerimden yükselen neşeli çığlıkları ve karnımın gıdıklanıp kasılışını hatırlıyorum hayal meyal. Bir de göbeğimin söylediği şarkının melodisini.

Keyif denizinden bu dünyaya bir kez daha onun sesiyle döndüm. Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey boynundan sarkan kolyesinin parıltısı oldu. Altın harflerle yazılmış ismini bir kez daha hece hece okudum: Ha-si-be. 

Sonra bakışlarımı yüzüne kaydırdım, benim mutluluk sarhoşu halime gülümseyerek bakıyordu. 

“Seni seviyorum Hasibe” diye bağırmamak için dudaklarımı sıktım. “Bu masaj için değil Eskişehir’e, dünyanın bir ucuna gelirim” dememek için. Onun yerine “Eline sağlık” dedim. “Sıhhatler olsun” diye cevapladı Hasibe. “Bir dahakine bu kadar açma arayı.” 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *