işte bunlar hep Formula 1

 

Boğazın kenarında tavla oynayan tulumlu gençlerin fotoğrafını gördünüz mü? Belki gördünüz ve ilginizi çekti, “Neymiş bu?” deyip detayları okudunuz. Belki de görmediniz. Ben bu fotoğrafa yanlış hatırlamıyorsam hızla akan instagram hikayeleri arasında denk geldim ve üzerinde durmadım, hemen geçtim. Ama beynimizin çok ilginç bir çalışma şekli var. 

Perşembe günü İstanbul’daki bir arkadaşımla telefonda konuşuyorduk. “Çok trafik vardı, bir Formula 1 arabası boğaz köprüsünden geçecek diye yolları kapamışlar” deyince taşlar yerine oturdu. Bana çaktırmadan “ben bu delikanlıların olayını bir ara çözerim” diye fotoğrafı kapanmamış dosyalar bölümünde tutan beynim de rahatlamış oldu. 

İyi de Formula 1 yarışları yıllardır İstanbul’da yapılmıyor ki. Kaç yıl oldu? On mu? 

İstanbul’da son yarış 2011 yılında yapıldığına göre dokuz yıl olmuş. Demek ki şimdi anlatacaklarım en az on yıl önce yaşanmış. 

Ben o zamanlar takım elbiselerim, inci kolyem ve topluklu ayakkabılarımla büyük bir şirkette sinyır vays prezidınt olarak çalışıyorum. Bir taraftan hepi topu on dört günlük yıllık iznimin iki gününü kaptırmamak için Cumartesi gününü yıllık izinden sayarsın/sayamazsın kavgası versem de bir taraftan milyon dolarlık yatırım kararları alıyorum. Bir hafta Frankfurt’a bir hafta Londra’ya uçuyorum, havalıyım falan. 

Büyük yerlerde çalışmış olanlar bilir. Ne zaman bir konser/gösteri/organizasyon olsa şirketlere davetiye gelir. Pink Martini Türkiye’ye geldiğinde, İstanbul Modern’de bir sergi açıldığında, Cirque du Soleil çadırı kurulduğunda bunlara sponsor olan firmalar belli bir miktar davetiye alırlar ve bunu iş yaptıkları şirketlere gönderirler.

Tabii bu davetiyeler gönderildikleri şirkette yukarıdan aşağı ilerler. Önce genel müdüre, o katılamayacaksa ya da katılmak istemezse, yardımcısına, o da istemezse diğer müdürlere. 

Benim o zamanki genel müdürüm ve yardımcısı araba yarışlarına pek ilgi duymuyor olacaklar ki bir sabah masamda o seneki Formula 1 yarışı için iki kişilik bir davetiye buldum. Üzerinede padok girişli VIP yazıyor. 

“Sabah kalk, İstanbul Park’a kadar git, otoparkta yer bul. Yarış kaç saat sürüyordur ki? Açık havada o kadar otur, oralar çok da eser Allah bilir. Hem o padok dedikleri yer lastikleri filan değiştirdikleri yer değil mi. Ne işim var kirin pasın, yağın içinde.”

Yaş güya otuz ama içimdeki o üşüdüğü için el örgüsü yün yeleğini asla çıkarmayan altmışlık teyze almış sazı eline, susmuyor. 

“Neymiş, beş dakikada bir önümden vuuuv vuuuv diye arabalar geçecekmiş.”

“Benim pek ilgimi çekmiyor yarışlar” diye sekreterimizin masasına bıraktım davetiyeyi. 

Burdan o içimdeki teyzenin ellerinden öpüyor ve kendisine seslenmek istiyorum: “Yaa bi sussana kadııın.” Gerçi hakkımı da yemeyeyim. O zamanlar daha Münih’teki BMW müzesini, Stuttgarttaki Mercedes ve Porsche müzelerini gezmemiş, hiç yarış arabasına dokunmamış, araba yarışlarının tarihi üzerine hiçbir şey okumamıştım. Belime uzanan saçlarımla bir yarış arabasının yanına çömelip aşağıdaki pozu henüz vermemiştim. Gerçekten ilgimi çekmiyordu. 

Neyse, konu kapandı. Bu bilet konusunu unuttum gitti. Aradan bir hafta – on gün geçmiş olmalı, ben iki günlük bir iş seyahati için gittiğim İsviçre’den dönüyorum. Pasaport kontrolden geçtim, uçağın kalkacağı kapıyı buldum, oturdum bekliyorum. Bir ara bir hareketlenme oldu. Başımı kaldırdığımda birbirinin aynı giyinmiş bir sürü (aşırı yakışıklı olduklarını daha ilk cümleden vurgulamamak için kendimi zor tuttuğum) adamın bize doğru gelmekte olduklarını gördüm. Bir anda her yer polo yaka beyaz tişörtlerle, lacivert keten pantolonlarla, aynı model spor ayakkabılarla doldu. Lacivert ve beyazın bir arada en sevdiğim renkler olduğunu söylemiş miydim?

O sırada beynim: Bu alandan dört farklı kapıya ulaşım olduğuna göre İstanbul’a gidiyor olma olasılıkları yüzde yirmi beş.

O sırada kalbim: Allahım lütfen bizim uçağa binsinler. 

Şimdi bu yazdıklarımdan yola çıkarak yanlış yorumlar yapılmasın lütfen. Çok şükür yakışıklı erkek görmemiş insanlar değiliz. Ama bu kadarını, ne bileyim elli – altmış tanesini bir arada ben hiç görmemiştim. Sonraki on yılda da görmedim. 

Yanımdan geçen birinin elindeki biniş kartını görünce yüzüm güldü, İstanbul’a gidiyorlardı. Bu arkadaşlar uçağın yarısını dolduracaklarına göre illa ki sağım solum önüm arkam sobe. Yani şey…İlla ki yan yana denk geliriz, tanışırız, sohbet ederiz. Kimdi o, annem mi anlatmıştı? Falanca teyzenin kızı eşiyle uçakta tanışmamış mıydı? Yani tabii hemen evlenme gibi değil de, belki bir kahve falan içeriz.

İyi de ne işleri var bu adamların İstanbul’da? Güzellik yarışması filan mı? Best model miydi neydi o yarışma? Kesin öyle birşey çünkü hepsi 25-35 yaşlarında, uzun boylu, vücut yapısı itibariyle de birbiriyle yarışan beyler. Futbol takımı mı acaba? Tabi ya, Türkiye’ye maça gidiyorlar. İyi de futbolcu dediğin böyle olmaz ki. Bağıra çağıra konuşur, en azından ağzında sakızı olur. Futbolcu olmak için fazla efendiler. Kendi aralarında sessizce konuşuyorlar, bazıları oturup kitaplarına dalmışlar bile. Voleybol takımı mı? Hadi sporcu olmaları fit vücutlarını açıklar da bu kaşı gözü nasıl açıklayacağız?

Bunlar saniyeler içinde kafamdan geçerken tişörtlerinin ceplerine minicik işlenmiş yazıları gördüm: BMW Sauber Team. BMW tamam. Takım oldukları da belli de Sauber ne? O zamanlar tabi internet şimdiki gibi değil. Dünya üzerinde sadece ülkemizde bulunan 4.5 G teknolojisiyle tanışmamıza daha yıllar var. EDGE ile bağlanılıyor, o da o kadar pahalı ki yurtdışında internete besmeleyle giriyoruz. Binali Bey’in öğütlediği gibi giriyoruz, fazla kurcalamadan işimizi görüp hemen çıkıyoruz. 

Neyse, tuşlu Blackberry telefonumu çıkardım çantamdan. Arama kutucuğuna Sauber yazıp gelen sonucu görünce küfürlü bir tepki çıkıverdi ağzımdan. İsviçre’li Formula 1 ekibiymiş bu arkadaşlar. 

Bilet…Bilet vardı. 

Ertesi sabah ofisten içeri telaşla girerken ağzımdan dökülen ilk üç kelime bunlardı. Sekreterimiz haklı olarak durumu anlayamadı. 

-Formula 1 davetiyeleri vardı hani geçen hafta, nerde onlar?” 

-Ha, verdik onları Falanca Bey’e.

-Yapma. Kesin gidecek mi acaba, bi sorsak işi falan çıkmışsa

-Çok sevindi davetiyelere, hiç sanmam kaçıracağını. Arabalara da meraklı.

-Başka davetiye bulamaz mıyız soruştursak?

-Yarışa bir kaç gün kaldı, mümkün değil. Hayırdır?

Omuzlarım düşük, suratım asık masama geçip oturdum ve o sırada asla yapmamam gereken şeyi yaptım. Kaçırdığım fırsatın tam olarak ne olduğunu görmek için internetten padok girişli VIP neymiş diye baktım. Biri şurada öyle ballandırarak anlatmış ki: Tüm pisti aynı anda gören bir terastan yarışı izleme… Garajları gezip arabaları yakından inceleme… Bir sürü teknik bilgi edinme… Üstelik bunları şampanya eşliğinde yapma.

Şampanya demişken, dün kazandığı zaferle yedinci kez dünya şampiyonu olan ve böylece Michael Schumacher’ın rekorunu kıran Lewis Hamilton kardeşimi de gönülden tebrik ederim. 

Şimdi tabii bizim yöneticilerimizin israf konusunda hassasiyetleri olduğundan bu yılki şampiyonluk kutlamaları sırasında onca şampanyanın yerlere dökülüp ziyan olmasına gönülleri el vermemiş olacak ki kutlamalarda şampanya yerine şekerli gazoz kullanılmış. Hal böyle olunca Mercedes takım kaptanı adamcağız, şampiyon olan Hamilton’u âdet olduğu üzere şampanyayla ıslatarak değil boynundan içeri meyveli gazoz dökmek suretiyle kutlamış ve ortaya şu görüntüler yerine 

Aşağıdaki görüntüler çıkmış.

Siz hangi kutlamayı tercih edersiniz bilmem ama dünyamızdaki kaynaklar bu kadar kısıtlıyken, israf elbette kaçınılması gereken birşey. Yoksa, demokratik cumhuriyet ile yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Kimsenin içkisine kimse karışamaz. Değil mi?

On yıl öncesine, başı ellerinin arasında salaklığına yanmakta olan bana dönersek, o günden beri  herhangi bir Formula 1 yarışını pistte izlemedim ama yarış arabaları ve yarışların tarihiyle ilgili epey şey öğrendim, öğrendikçe ilgi duydum. Hem pilotlara, hem de işin mühendisliğine hayran oldum. Müzeler gezdim, yarış arabalarını inceledim, dokundum, o arabaların hikayelerini okudum, hayret ettim.

Formula 1 ekibinden kimseyle kahve içmedim.

İşte böyle. Cem Yılmaz’ın da dediği gibi bunlar garip şeyler işte, sinema. Pardon, yani Formula 1. Hadi sıhhatler olsun.

 

 

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *