yanlış zamanda yanlış yerde

Doğru zamanda doğru yerde olmak. Süper. O anda orada mutlaka güzel bir şey buluyoruz. Peki ama biz kendimizce doğru bir yerde olduğumuzu düşünürken başkası için çok yanlış bir zamanda en yanlış yerdeysek? Daha da kötüsü bunun farkında bile değilsek?

Biliyorsunuz, fotoğrafların hikayelerini anlatmayı seviyorum. Kimi zaman hikâye fotoğrafa bakarken ortaya çıkıyor, kimi zamansa o fotoğrafın öncesi ya da sonrası zaten bir hikâye oluyor. Bugün ise durum biraz farklı. Çekemediğim bir fotoğrafın hikayesini anlatacağım size.

Ailece arabalı feribotla Eskihisar’dan Topçular’a geçecektik. Feribota bindik. Arabayı park edip üst kata çıktık. Çaylarımızı aldık. Gölge bir yer bulup denizi seyretmeye başladık. Atılan simit parçalarını yakalamaya çalışan martıları yüz bininci kez görmemize rağmen yine izledik ve yine güldük.

Ben boşalan bardakları içeri bırakıp dönerken içimdeki yalnız kurt uyandı ve bizimkilerden birkaç metre ilerde tek başıma yaslandım tırabzanlara. Biraz denize bakıp biraz telefonumla oynadıktan sonra başımı sola çevirdim ve bizimkilerin farklı noktalara dalmış bakışlarıyla birlikte havada asılı duran bu anı ölümsüzleştirmelisin yazısını gördüm. Annem, babam, Kıvanç, biraz gökyüzü, biraz deniz, bir parça da vapur dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştı. Bana kalan sadece deklanşöre basmaktı. Fotoğraf makinamın yanımda olmadığını hatırlayıp telefonuma sarıldım ve aşağıdaki kareyi çektim.

WP_20150804_004

‘‘Hmm, kompozisyon güzel, ufuk çizgisi biraz yamuk ama çok sorun değil. Yüzler karanlık. Daha aydınlık olacak şekilde ışığı ayarladım mı tamamdır. Işık hassasiyetine gir, bir tık arttır. Tamam. Bu sefer güzel olacak. ’’

Ayarları yapıp telefonu kaldırdım ve ekranda gördüğüm şeye inanamadım. 30 saniye önce annemin kafasının olduğu yerde kocaman pembe bir yuvarlak vardı. Şaşkınlıkla telefonu indirip canlı görüntüye geçtim. Evet, pembe bir kafa annemin sağ tarafındaki yarım metrelik boşluğa yerleşmişti.

Neyse, birazdan gider diyerek beklemeye başladım. Bir taraftan da karenin doğallığını bozmamak için, fotoğraf çekmeye çalıştığımı bizimkilere belli etmemeye çalışıyorum. Ben telefonumla oynarmış gibi yaparken sol gözüm kadını kontrol ediyor. Kaybolduğu anda basacağım düğmeye. Saniyeler geçti, dakikalar geçti. Kadın eğilip yerdeki çocuğu da aldı kucağına. O dar yere iyice yerleşti.

Ben gidip kadına oradan çekilmesini söylerim söylemesine de… Kadında “Pardon fark etmemişim, buyurun” diyecek bir tip yok. “Ne var kardeşim, istediğim yerde dikilirim” diye cevap verecek…Ben sertleşeceğim…Biz tartışmaya başlayınca kocası gelecek….Ben ona “Bu kadın burada iki çocukla perişan olmuş, sen orada gölgede oturmuş çayını içiyorsun bencil herif” diye bağıracağım…O da muhtemelen “Sen işine baksana kadın, sen kim oluyorsun’’ filan diye üzerime yürüyecek…Olaylar büyüyecek…

Hayır çocukları sayma, onlar iki kişi, biz dört. Her durumda çok pis döveriz. Hatta yüz ifadesine bakılırsa kadın da fırsattan istifade bizimle beraber olup adama dalabilir. Asıl sorun şu ki, o arbededen sonra kadraj süper olsa da yüzlerdeki sakin ifadeyi tekrar yakalayamam.

Bütün bunların yaşanmasını istemediğim için kadına müdahale etmedim. Gördüğünüz gibi en stresli anlarda bile olayları soğukkanlılıkla değerlendirip, stratejik planlama yapabilen bir yanım var.

O sebeple daha sessiz bir yöntem olan telekineziyi denemeye karar verdim. Ben de çoğunuz gibi telekineziyi ilk kez Yiğit Bulut’tan duymuştum.

ozer-aydogan-telekinezi-yigit-bulut

Birini uzaktan öldürebilecek kadar etkili bir yöntemse şu koca pembe kafayı da kadrajdan çıkarabilirdi. Nasıl uygulandığını bilmiyordum ama elimden geleni yapacaktım.

Gözlerimi kısıp delici bakışlarımı o pembe kafaya diktim. Beynine odaklanarak ‘’Çekil şuradan, koca feribotta yüzlerce metre tırabzan var yaslanabileceğin, git başka yerden bak’’ mesajını gönderdim. Birkaç defa tekrar etmeme rağmen kadın bana mısın demedi. Kalın kafalı.

Belki de mesajı yandan gönderdiğim için etkili olmadı. İşin ustası olmadığım için mesajı yeterince güçlü gönderemiyor olmalıydım. Tabii böyle olunca kafatasını geçip beynine ulaşamaması normaldi. Gözlerine bakarak göndermek daha kolay olmalıydı.

Analitik düşünme yeteneğim yine işe yaramıştı. Yavaş adımlarla yaklaştım, bizimkilerin arkasında bir yere dikilip kadınla göz teması kurdum. Beyin dalgalarımla bu kez “Kucağındaki çocuk gitgide ağırlaşıyor, kolların ağrıyor. Çok yorgunsun. Git kocanın yanına otur.” mesajını göndermeye başladım. Kadının kolları tam düşmeye başlıyordu ki yerdeki oğlan “Anneee çukulataaa” diye kadının eteğine asıldı. Tabii o anda göz teması falan kalmadı. Enerji akışı bir anda kesildi.

Annesinin “Yürü git babandan iste” fırçasıyla oğlan koşarak uzaklaştı. Ben de içimdeki öfkeyi bastırıp en gülümser yüz ifademle yine kadına döndüm. Fırsattan istifade “Hah hah çocuklar işte” dercesine başımı iki yana sallayıp göz temasını yeniden kurdum. Mesajın uzunluğunun da sorun yaratıyor olabileceğini düşünerek bu kez “Allahını seversen çekil şuradan” mesajını göndermeye başladım. Daha 10 saniye olmamıştı ki bu sefer kucağındaki çocuğun emziği yere düştü. Ya sabır diyerek başımı sağa çevirmemle birlikte az ilerde oturmuş bizi izleyen kocasının bakışlarıyla karşılaştım. Adamın, bakışlarıyla bize gönderdiği mesaj oldukça netti: “Ne bakışıp duruyonuz lan siz ikiniz!”

Neyse ki tam o anda babam “Yaklaştık, hadi artık inelim arabaya” diye seslendi ve bakışlarım önümde, annemin arkasına takıldım.

İşte böyle sevgili dostlar. Hayat bazen mesajlarını bize farklı yollarla gönderebiliyor. Umarım siz de bu olaydan kendi payınıza düşen mesajı almışsınızdır.

One Response to yanlış zamanda yanlış yerde

Leave a Reply to zuhal öztürk Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *